SÜNEN EBU DAVUD

Bablar    Konular    Numaralar  

EDEB BAHSİ

<< 5216 >>

NUMARALI HADİS-İ ŞERİF:

 

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ عَنْ شُعْبَةَ بِهَذَا الْحَدِيثِ قَالَ فَلَمَّا كَانَ قَرِيبًا مِنْ الْمَسْجِدِ قَالَ لِلْأَنْصَارِ قُومُوا إِلَى سَيِّدِكُمْ

 

Şu (bir önceki 5215. hadis,) Şu'be'den de (rivayet edilmiştir). Bu hadisi Şu'be şöyle rivayet etti: (Hz. Nebi) mescidin yakınında idi. Ensara (hitaben):

 

"Haydi kalkınız efendinize" buyurdu.

 

 

İzah:

HZ. Sad b" Muaz EVS kabilesmdeııdir- Evs  kabilesi, Yahudî Beni Kureyza kabilesinin müttefki idi. Meşhur rivayete göre Evs'liler, Nebi (s.a.v.)'den Benî Kurey­za *nın affını istemişler, O da:

 

Beni Kureyza hakkında sizden bir adamın hakemliğine ne dersiniz? diye sormuştu. Yahudiler, Hz. Muâz'ın hakemliğini kabul ettiklerini söy­lemişler, bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.) Hz. Sa'd'a haber göndermiş, Hz. Nebi'in yanına ensardan bazı akrabası ile birlikte gelmiş ve Yahu­diler tarafından karşılanarak kendisine, yakınlarına iyilik et, denilmişti. O da kendilerine:

 

Gerçekten Sa'd için Allah uğrunda hiçbir kimsenin levmine (kınama­sına) aldırış etmeyeceği zaman gelmiştir" cevabını vermiş ve:

 

Kureyza oğullarının harbe yarayanlarının Öldürülmesine ve kızlarının da esir edilmesine hükmetmişti.

 

Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte, bir mecliste oturan kimsele­rin, oraya gelen bir kimse için ayağa kalkmaları söz konusu ediliyor.

 

Bezi yazarının açıklamasına göre, İmam Buhârî ile Müslim mevzumu­zu teşkil eden bu hadisi, delil getirerek, meclise yeni gelen bir kimse için ayağa kalkmanın mutlak surette caiz olduğunu söylemişlerdir. Müslim "Ben ayağa kalkma konusunda bu hadisten daha sağlam bir hadis bilmi­yorum" demiştir. Ancak İbn el-Hacc'ın da aralarında bulunduğu bazı ilim adamları, aslında mevzumuzu teşkil eden bu hadisin, İmam Buhârî ve Müslim'in zannettikleri gibi hiç de ayağa kalkmanın cevazına delalet et­mediğini söylemişlerdir. Bunlara göre Hz. Nebi "Haydi efendini­ze kalkınız" buyurmakla "Haydi kalkınız, gidiniz de hasta olduğu için hayvanından inebilecek durumda olmayan efendiniz -veya en hayırlınız olan- Sa'd'e hayvanından inmesi için yardım ediniz" demek istemiştir. Nitekim Ahmed b. Hanbel'in rivayetinin sonunda yer alan "Onu (hayva­nından) indiriniz" ifadesi de bunu açıkça ifade etmektedir. Eğer ger­çekten Hz. Nebi onların, zannettikleri gibi, Hz. Sa'd için ayağa kal-kılmasını emretmek isteseydi, etrafındaki insanlara "Kümü ilâ seyyidi-küm (haydi) kalkınız efendinize" demez de "kumu liseyyidiküm: Efendiniz için (ayağa) kalkınız"deıdi. Sonra eğer gerçekten bir insan için ayağa kalkmak caiz olsaydı, Rasûlü Ekrem efendimiz, bunu sadece Hz. Sa'd'a tahsis etmez, herkese şâmil kılardı. Suyûtî'nin açıklamasına göre ise metinde geçen: "Kumu ilâ seyyidiküm:" ifâdesi "gidiniz, onu ik­ram olsun diye karşılayınız" anlamında kullanılmıştır. "Onun için ayağa kalkınız" anlamında kullanılmamıştır.

 

Bu mevzuda birçok görüşler ileri sürülmüştür. Bu hususta tutulacak en doğru yol, eğer bir yanlış anlaşılmaya yol açamayacaksa, ayağa kalkma­yı terk etmektir.

 

Bezi yazarının açıklamasına göre "el-Lemeât" isimli eserde bu mev­zuda şöyle denmektedir:

 

"Bazı ilim adamları bir meclise yeni gelen bir kimse için ayağa kalk­manın sünnet olduğunu iddia ettiler ve mevzumuzu teşkil eden bu hadisi de bu görüşleri için delil getirdiler. Bazıları da "bir adam: Ey Allah'ın Re­sulü içimizden biri (din) kardeşi veya bir dostu ile karşılaşıyor, ona eğile­bilir mi?" diye sordu da Rasulü Ekrem: Hayır, buyurdu. [Tirmizî, istizan; ibn. Hanbel, V, 162.] mealindeki ha-dis-i şerife sarılarak bunun mekruh olduğunu söylediler. Sahih olan şudur ki; ilim ve fazilet ehline ayağa kalkarak saygı göstermek kesinlikle caiz­dir. Metalibu'l-Mü'minîn isimli eserde de "oturanların saygı için yanları­na gelen bir kimseye ayağa kalkmaları liaynihi mekruh değildir. Mekruh olan kendisine ayağa kalkılmaktan hoşlanan kişiler için kalkmaktır. Re­sulü Zişan efendimizin sahabilerinden bazılarının ayağa kalkmalarını hoş karşılamamış olması her gelene ayağa kalktıkları zaman kendileri için bü­yük bir meşakkatin doğması söz konusu olduğu yer ve zamanlarla ilgili­dir. Ayağa kalkmakla ilgili değildir."

 

İmam Nevevî'de "Hz. Nebi zamanında ayağa kalkmanın günü­müzdeki gibi yaygın olmaması onun bidat olduğuna delalet etmez. Çün­kü o dönemde müslümanlar, mutlak surette ayağa kalkmakla emrolunma-dıkları gibi ayağa kalkmamakla da emrolunmuş değillerdi. Bu bakımdan ayağa kalkmama yönü daha ağır basmakla beraber, meselenin bid'at ol­duğunu söylemek asla mümkün değildir.

 

Bezi yazarının hocalarından merhum Muhammed Yahya'nın hadis notlanndaki açıklamasına göre, aslında insanlara ayağa kalkmak caiz ol­makla beraber, ayağa kalkan veya kendisi için ayağa kalkılan açısından arızî bir fesadın bulunması halinde, bu cevaz kerahete dönüşür. Kalkan açısından fesat riyakâr durumuna düşmesidir. Bazı kişilerin bazan hiç de hoşlanmadıkları bir kimse için cemaat içerisinde ayağa kalkmak duru­munda kalmaları gibi.

 

Kalkılan açısından fesat ise, kendisine gösterilen saygıdan dolayı bü­yüklük duygusuna kapılması gibi. Fakat kişi gelen bir kimseye ayağa kalkmadığı takdirde, uğrayacağı zarar, ayağa kalktığı takdirde, uğrayaca­ğı zarardan daha büyük olmak, düşmanlık ve kin kazanmak ve saldırıya uğramak gibi zararlara uğraması sozkonusu ise o zaman ayağa kalkar.

 

Fakat Musannif Ebu Davud'un rivayet ettiği bu hadiste sözü geçen kı­yam, cevazı ihtilaflı olan tazim kıyamı değildir. Yardım kıyamıdır. Yani Hz. Ebu Said el Hudrî'ye ayağa kalkanlar onu tazim için değil, hayva­nından inmesinde yardım etmek için kalkmışlardır.

 

Bu mevzuda Hanefi ulemasında Eşref Ah et-Tehânevî de şöyle diyor:

 

"Kıyamın çeşitli şekilleri vardır:

 

1. "Kıyam" kelimesi "li" harf-i cerri ile kullanıldığı zaman ayağa kalkmak anlamına gelir.

 

2. "İla" harf-i cerri ile kullanıldığı zaman yürüyüp gitti, anlamına ge­lir.

 

3. "Beyne" kelimesiyle kullanıldığı zaman "önünde görünmek" an­lamına gelir.

 

4. "Alâ" harf-i cerri ile kullanıldığı zaman oturmakta olan bir kimse­nin arkasında dikilmek manasına gelir. Mevzumuzu teşkil eden bu hadis-i şerifte kıyam kelimesi "ilâ" ile kullanıldığı için "yürüyüp gitti" anla­mında kullanılmıştır. Bu çeşit kalkış ise ne tazim ne de ikram içindir. An­cak Hz. Sa'd'ın rahatsızlığıyla ilgili özel bir kalkıştır.

 

Bu mevzuda en titiz davranış şudur: "Kişi duruma bir bakmalı, eğer kalktığında kerahet gerektiren bir durum ortaya çıkacağına kanaat getire­cek olursa kalkmamalı. Fakat bununla beraber kalkmadığı takdirde ken­disine karşı taraftan bir zarar gelmesi söz konusu ise o zaman kalkar.

 

Bu mevzuya İbn Abidin'in şu sözleriyle son veriyoruz: "Hatta gelene tazim olsun diye ayağa kalkmak müstehabtir. Mescidde oturan bir kişinin yanına gelene tâzimen ayağa kalkması, Kur'an okuyanın, gelene tazim için ayağa kalkması, eğer gelen kişi tazime müstehak ise mekruh değildir."

 

Müşkilu'1-Âsâr adlı eserde, şu hüküm yer almaktadır: "Başkasının önünde, ayağa kalkmak, bizzat mekruh değildir. Mekruh ancak kendisi için ayağa kalkılan kişi kendisi için kalkılmayı severse, bahis konusu olur. Eğer kendisi için kalkılmasına kıymet vermeyen bir kimse için kalkarsa kerahet olur."

 

İbn Vehhab dedi ki: "Diyorum ki: Bizim asrımızda ayağa kalkmanın müstehab olması, uygundur. Çünkü ayağa kalkılmazsa kin ve nefret, düşmanlık oluşur, gelenin kalbinde hele ayağa kalkmanın adet haline gelmiş olduğu bir memlekette ayağa kalkmamak felâkettir.

 

 

"Bu hususta varid olan tehdidler ancak önünde ayağa kalkmayı vacib kılan kişi hakkındadır. Nitekim bazı Türk ve Acemler böyle yaparlar."

 

Derim ki: el-İnaye ve başka kitablarda eş-Şeyhü'1-Hakim Ebu'î-Kasım'dan rivayet edilen de bunu te'kid etmektedir. Bu zatın huzuruna bir zengin geldiği zaman, ayağa kalkar ona tazim eder. Fakat fakirlere, ilim talebelerine kalkmazdı. İtiraz kabilinden bunun sebebi soruldu. Dedi ki:

 

Zengin bir kimse benden tazim beklemektedir. Eğer ben bu tazimi bı­rakırsam, o zaman o zarar görecektir. Fakat talebelere gelince onlar ben­den sadece selamlarına cevap vermemi ve ilim hususunda kendileriyle sohbet etmemi beklerler.

 

"Seyyid" kelimesiyle ilgili açıklamayı (4806) nolu hadisin şerhinde açıkladığımızdan burada tekrar lüzum görmüyoruz. Bu mevzuyu 5229 ve 5230 nolu hadislerin şerhinde tekrar ele alacağız. İnşallah.